31 Ekim 2011 Pazartesi

YETİM


Gülistan gelin her gün olduğu gibi bu günde sabah ezanıyla uyandı. Güz günleri başlamış havalar soğumuştu. Hasta yatağında yatan yaşlı annesini ısıtmak için üfleye üfleye sobayı tutuşturdu. Emine Hala köyün görmüş geçirmiş bir kadınıydı. Herkes tarafından Emine Hala diye çağrılan, sayılan ve sevilen birisiydi. Altı tane çocuk dünyaya ya getirmiş fakat Gülistan haricindekiler çocuk yaşlarındayken ölmüşlerdi.
Emine Hala, kızı Gülistanı düşünüyordu.  Gülistan gelin, evliliğinin üçüncü yılında eşini kaybetmişti. Bir yaşında oğlu Hüseyin’ le dul kalmıştı. Annesi Emine Hala dan başka sığınacak kimsesi de yoktu.
 Kendi kendine; Ne olacak bu kızın hâli,  öldüğümde bu kız kime gider kime sığınır. Yanında birde yavrusu var. Diye söyleniyordu. Sacı delinmiş, odayı dumanla dolduran eski sobada tarhana çorbasını kaynatan Gülistan gelin bir yandan da annesinin söylendiklerine kulak veriyordu.
Kendi kendine,
-Annem haklı.  Yirmi beş yaşındayım. Evlenmek zorundayım. Dedi.
Evlenmek için çok isteyeni vardı. Ama kendine uygun,  oğlu Hüseyin’ i kabullenecek birileri yoktu. Ya yaşlı, ya da çok çocuğuyla dul kalmış insanlar talip oluyorlardı. İçlerin de Deli Mehmet olarak bilinen, gerçekten de akli dengesinde sorun olan hiç evlenmemiş, yaşı da yaşına uygun biriside vardı.
Çamaşırlarını yıkamak için çeşmeye su getirmeye gitti.  Dönerken yolda Veli dayısıyla karşılaştı. Veli dayısı annesinin küçük kardeşiydi. Oda yaşlanmış, yılların getirdiği yorgunluk ve tecrübeyle doluydu.  Gülistan dan biraz kendini dinlemesini istedi.
Dayısı epey bir nasihat ettikten sonra annesinin durumunu anlamasını, öldüğünde ortada kalacağını, yaşının çok genç olduğunu ve evlenmesi gerektiğini söyledi. Hatta köyde yar yaramaz insanlar seninle evlenmek istediklerinden dolayı beni de rahatsız ediyorlar, bir tercih yapmanın zamanı geldi dedi.
Gülistan gelin ne yapacağını şaşırdı. Her geçen gün, bir önceki günü aratıyordu. Hep iyi günleri değil de gelecek kötü günleri düşünüyordu. Kendi kendine, ne yapabilirim,  yetim yavrum Hüseyin ne olacak, hasta yatan anneme kim bakacak diye kara kara düşünüyordu. Evlenmekten başka çaresinin olmadığını biliyordu. Akşamları uyuyamıyor,  derin derin düşünüyordu. Fark edilecek kadar zayıflamıştı. Gündüzler işlerine uyum sağlayamıyor, sakarlık yapmaya başlamıştı. Annesinin görmediği zamanlarda yavrusu Hüseyin den de gizleyerek ağlıyordu.  
Eşinden  ayrılan yaralı ördek
Öter dertli dertli göle çevrilir
Yaralı gönlüme olmadı ortak
Gözlerimin yaşı sele çevrilir

Bir değirmen yaptım koydum taşını
Bendine çevirdim gözüm yaşını
Aradım feleğin çark-i işini
Ben sağa zorlarım sola çevrilir

Yaralı bir ceylan dağlar başında
Uyur yavrusunu görür düşünde
Pervaneler gibi aşk ateşinde
Kerem yanar aslı küle çevrilir

Türküsünü söyleyerek avunuyordu.
Günler düşünmekle geçiyordu.  Her gün gibi bu gün de sabah ezanıyla uyandı.  Namazını kıldı.   Arkasından günlük işlerine koyuldu. İçinde tarif edemediği bir sıkıntı vardı. Evlilik hususunda karar vermenin zamanı gelmişti.  Annesiyle kararını paylaştı. Annesi;
-Kızın bana Veli dayını çağır. Dedi. Gülistan gelin, Veli dayısını ineklerini yemlerken buldu.
-Annem seni çağırıyor.
-Kızım hayırdır.
-Hayır, hayır dayı, Annemin seninle konuşacakları varmış.
Veli dayı meseleyi fark etmişti.
-Kızım sen gidedur. Hayvanların yemlerini verince gelirim.
Veli dayı zaman kaybetmeden ablasının yanına geldi. Olup bitenleri dinledi.
-Adına Deli Mehmet denilen birisinde nasıl karar kılarsınız.
-Ne yapalım kardeş. Mehmet deli doludur ama merhametlidir. Hiç evlenmemiş. Hem de Gülistanın oğlu Hüseyin’i de kabulleneceğini söylüyor.
-Hayırlı olsun ne diyeyim. Haber salın da gelsin istesinler.
Gülistan gelin hiç mutlu değildi. Bu evliliğin çaresizliğinin sonucu olduğunu biliyordu. Gün geldi nikâhı yapıldı. Ölen kocasından kalan eski de olsa eşyalarını komşularını yardımıyla topladı. Nedim ağanın at arabasına yüklediler. Yetim Hüseyin’i kucağına alarak, ağlaya ağlaya Mehmet’in evine gelin gitti.
Yeni evi annesinin evine de yakındı. Her gün yetim Hüseyin’i kucağında olduğu halde annesine uğruyor,  evini temizliyor, yemeğini pişiriyor, odunlarını taşıyıp evine dönüyordu.  Mehmet kimsesiz ve fakirdi ama çalışmayı çok severdi. Yorulmak nedir bilmezdi. Kimin ne işi olsa ücretini sormadan yapardı. Az da olsa bir kazanç yakalardı.
 Zaman içerisinde Deli Mehmet ili Gülistan gelin kaynaştılar.  Koyunları, kuzuları, inekleri oldu. Tarlalarını tımar ettiler. Bağları bahçeleri oldu. Mutluluklarını pekiştiren Emin ve Durdu adında iki tane de oğulları oldu. Hüseyin de büyüdü, yedi yaşına bastı. Çok sevimli bir çocuktu. Güler yüzlü ve sevecendi. Kendini zorla sevdirirdi. Okulla kuzuları otlatması nedeniyle gönderilmiyordu. Hüseyin, arkadaşlarının okula gittiklerini görünce çok üzülüyordu.
Gülistan gelin, Mehmet’in son zamanlarda ki tutumundan rahatsız oluyordu. Sanki Hüseyin’i kıskanıyordu. On yaşına girmesine rağmen okula göndermiyordu.  Görünürdeki sebebi hayvanların otlatılmasıydı.  Her gün dayak yiyor, kötü söz duyuyordu. O sevecen insan içine kapanmış, topluma çıkmaktan hoşlanmayan birisi olmuştu. Okula gidememesi ve küçük yaşlarında başlayan hayvanları otlatma işi arkadaş ortamından da mahrum etmişti. Annesi duruma müdahale ettiğinde ise babalığı tarafından dövülüyordu. Çoğu zaman aç kaldığında yaşlı ve hasta olan anneannesinin yanında karnını doyuruyordu. Anneannesi de Hüseyin’in içinde bulunduğu durumdan çok rahatsızdı.
Karakışın üçüncü günüydü. Ağaçlar yaprakların dökmüş, poyraz rüzgarı acı acı esiyordu. Kar havası vardı. Hüseyin annesine hasta olduğunu, koyunlara gidemeyeceğini söyledi. Babalığı Deli Mehmet Konuşmalı duydu.
-Ya bu koyunları yayarsın, ya da eve gelemezsin.
Dedi.  Deli Mehmet’in gözler kızarmış kavga arıyordu. Hüseyin annesinin dayak yiyeceğinden korktuğu için sessizce ağıla gitti. Koyunları aldı dağa otlatmaya gitti. Hava çok kötü karardı. Gülistan gelinin için de kötü hisler oluştu. Kötü bir şeyler olacak korkusuyla oradan oraya koşuyordu. Bu havada yetişkin insanlar evlerinden çıkmazken bu çocuk ne yapar diye kalbi sızlıyordu. Çocukları Durdu ve Emin’i yanına alarak annesinin evine gitti. Yerinde duramıyordu. Olup bitenleri tek tek anlattı. Annesi;
-Diğer kardeşlerin gibi sende çocuk yaşında ölseydin de, senin bu halini görmeseydim. Dedi.
Gülistan gelin annesinin ev işlerini yaptıktan sonra için, için ağlayarak evine döndü. Zaman geçmek bilmiyordu. Akşam olmak üzere çoban köpeği çomar koyunlarla eve geldi. Ortalıkta Hüseyin yoktu. Koyunları ağıla koydu.  Eve çıktı. Eşinin ve çocuklarının akşam yemekleri verdi. Bir ara koyunları çomar getirdi. Hüseyin gelmedi dedi. Deli Mehmet;
- Ne olmuş yani gelmediyse. Senin çocuğun mu yok. Ne kadar meraklısın, annene gitmiştir. Dedi.
Hızlıca sofrayı toplayan Gülistan gelin, koşarak annesinin evine gitti.
-Anne Hüseyin geldi mi?
-Yok.
Fırlayıp komşulara gitti. Hüseyin burada mı? Diye sordu. Kimin kapısını çaldıysa olumsuz cevap aldı. Ayakları tutmuyor, incecik bedenini taşıyamaz olmuştu. Eve geldi.
- Mehmet Hüseyin yok.
Diye eşine bağırdı. Titreyerek ağlıyordu. Köyde herkes Hüseyin’i aramaya başladı. Cami’nin minaresinden ilan ettiler. Hava iyice kararmaya başlamadan tüm komşular aramaya koyuldular. Bir kısmı dağa koyun otlattığı yerleri aramaya gittiler. Kar ve tipi başlamıştı. Göz gözü görmüyordu. Aramaya gidenler bulamadan geliyorlardı.   Gece yarısı olmuştu. Tüm köylü erkeği kadını, yaşlısı, genci Hüseyin’i arıyorlardı. Herkes bir yerlere bakıyordu.
Gülistan gelin soğuktan ve kötü haber korkusundan dona kalmıştı. Bir ara kendine geldi. Sabah olamaya yaklaşmıştı. Sobayı yakmayı düşündü. Odun almak için çırasını yaktı ve zoraki evin altına indi. Tam odun almak üzereydi. Birden bir karartı gördü. Az yaklaştığında Hüseyin’i yatarken buldu.
-Hüseyin! Hüseyin! Hüseyin burada! Diye bağırdı. Evde bulunanlar hep birden sesin geldiği odunluğa indiler. Gülistan gelin;
- Hüseyin’im, yetimim.  Diye kucağına aldı. Ama Hüseyin de can yoktu. Hareket etmiyordu. Bağrına basıp sallıyordu. Ama tüm uğraşılar nafileydi. Ses seda yoktu. Yetim Hüseyin,  koyunların eve geldiğinden haberi yoktu. Kaybettim korkusundan eve çıkamamış, saklandığı odunlukta donarak ölmüştü.
                                                        


                                                                                                           Hasan KALAYCI
                                                                                                              Gece Notları
                                                                                                               03Aralık1987