DEMİRCİ
İlk insan dan başlayan bir kaygı. Geleceğini şekillendirmek arzusu. Kendini yarına daha da imkanlı olarak hazırlamak. Aslında bu yarına hazırlanma olayını, sadece insanla münhasır kılmak ta yanlış olur. Oysa bir ağacı incelediğimizde baharda yapraklarını açarken bir yıl sonrası için gerekli gözelerini hazırladığını görürüz. Yani kendisi doğarken bir yıl sonra doğacı da hazırlıyor. Bu gibi örnekleri tüm canlı türleri için vermek mümkün. Ne yaparsınız… Yarın kayıp. Bir ceylan, yavrusunu büyütmek için çaba sarf ederken, sırtlanın alıp götürdüğünü görmesi… Demek ki ne yaparsak yapalım, hayat bizim isteklerimizin ve çabalarımızın dışında şekilleniyor. Burada kader dediğimiz olguyla karşılaşıyoruz. Yaşadığımız süre de yorum yapmakta zorlandığımız nice olaylarla karşılaşmışızdır. Şunları şunları yaparsanız şunlar olur telkinleri çoğu zaman doğrulardan uzak olmakta. Ben yaptım, ben başardım ifadeleri de manasız gelmektedir. İnsanın ‘’Meşakkat içerisin de yaratıldığını’’ da unutuveriyoruz. ‘’Kaybettiğimiz mi kazanç, kazandığımız mı kayıp’’ bilmiyoruz.
İrade-i cüziyye yi hayra yönlendirdikten sonra ‘’Kahrın da hoş lütfun da hoş’’ diyerek teslim olmalıyız.
Hiç unutmadığım bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Demirci ve kardeşinin hikayesi. Yaşadığı her olayı hak etmediğini, sıkıntıların kendisine gelip bulduğuna inanan Demirci… Haline şükreden, musibete uğradığında hamd eden kardeşi…
Demirci bir gün kaza geçirir ve tek gözü kör olur. Kardeşi geçmiş olsun ziyaretine gelir. Abisi, Demirci ye; büyük kaza geçirmişsin, Allah seni korumuş, haline şükret diye nasihat ta bulunur. Abi:
- Neye şükredeyim. Tüm sıkıntılar beni buluyor. Görmüyor musun? Gözüm kör oldu. Der.
Osmanlı Devletinin son zamanları. Yönetimde boşluğun olduğu, eşkıyaların hüküm sürdüğü dönem… Torosların Gavur dağı bölgesinde yeni bir eşkıya grubu kurulmuş… Eşkıya başı arkadaşlarına emir verir.
-Bu gün, yeni kurduğumuz çetenin hayırlı olması için, yakaladığımız ilk insanı kurban keseceğim. Soygun yapmayın, yakaladığınızı bana getirin. Der.
Demirci işi gereği Torosları aşması gerekir. Azığını alır ve yola çıkar. Eşkıyalara yakalanır. Onu beklemeden liderlerine teslim ederler. Eşkıya başı Demirciyi yatırıp kurban olarak keserken, tek gözünün kör olduğunu fark eder ve kesmekten vazgeçer. Arkadaşlarına seslenir.
-Ben çocukken camiye gitmiştim. Hoca dan gözü kör olanın kurban edilmeyeceği duymuştum. Bu adamı salıverin. Bir daha ki yakaladığınız adamın sağlıklı olmasına dikkat edin. Der.
Demirci geri döner. Koşa koşa kardeşini bulur ve olayı anlatır. İyi ki tek gözüm kör olmuş, benim hayatımın bağışlanmasına vesile oldu. Zahmet sandığım rahmet imiş. Der.
İlk insan dan başlayan bir kaygı. Geleceğini şekillendirmek arzusu. Kendini yarına daha da imkanlı olarak hazırlamak. Aslında bu yarına hazırlanma olayını, sadece insanla münhasır kılmak ta yanlış olur. Oysa bir ağacı incelediğimizde baharda yapraklarını açarken bir yıl sonrası için gerekli gözelerini hazırladığını görürüz. Yani kendisi doğarken bir yıl sonra doğacı da hazırlıyor. Bu gibi örnekleri tüm canlı türleri için vermek mümkün. Ne yaparsınız… Yarın kayıp. Bir ceylan, yavrusunu büyütmek için çaba sarf ederken, sırtlanın alıp götürdüğünü görmesi… Demek ki ne yaparsak yapalım, hayat bizim isteklerimizin ve çabalarımızın dışında şekilleniyor. Burada kader dediğimiz olguyla karşılaşıyoruz. Yaşadığımız süre de yorum yapmakta zorlandığımız nice olaylarla karşılaşmışızdır. Şunları şunları yaparsanız şunlar olur telkinleri çoğu zaman doğrulardan uzak olmakta. Ben yaptım, ben başardım ifadeleri de manasız gelmektedir. İnsanın ‘’Meşakkat içerisin de yaratıldığını’’ da unutuveriyoruz. ‘’Kaybettiğimiz mi kazanç, kazandığımız mı kayıp’’ bilmiyoruz.
İrade-i cüziyye yi hayra yönlendirdikten sonra ‘’Kahrın da hoş lütfun da hoş’’ diyerek teslim olmalıyız.
Hiç unutmadığım bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Demirci ve kardeşinin hikayesi. Yaşadığı her olayı hak etmediğini, sıkıntıların kendisine gelip bulduğuna inanan Demirci… Haline şükreden, musibete uğradığında hamd eden kardeşi…
Demirci bir gün kaza geçirir ve tek gözü kör olur. Kardeşi geçmiş olsun ziyaretine gelir. Abisi, Demirci ye; büyük kaza geçirmişsin, Allah seni korumuş, haline şükret diye nasihat ta bulunur. Abi:
- Neye şükredeyim. Tüm sıkıntılar beni buluyor. Görmüyor musun? Gözüm kör oldu. Der.
Osmanlı Devletinin son zamanları. Yönetimde boşluğun olduğu, eşkıyaların hüküm sürdüğü dönem… Torosların Gavur dağı bölgesinde yeni bir eşkıya grubu kurulmuş… Eşkıya başı arkadaşlarına emir verir.
-Bu gün, yeni kurduğumuz çetenin hayırlı olması için, yakaladığımız ilk insanı kurban keseceğim. Soygun yapmayın, yakaladığınızı bana getirin. Der.
Demirci işi gereği Torosları aşması gerekir. Azığını alır ve yola çıkar. Eşkıyalara yakalanır. Onu beklemeden liderlerine teslim ederler. Eşkıya başı Demirciyi yatırıp kurban olarak keserken, tek gözünün kör olduğunu fark eder ve kesmekten vazgeçer. Arkadaşlarına seslenir.
-Ben çocukken camiye gitmiştim. Hoca dan gözü kör olanın kurban edilmeyeceği duymuştum. Bu adamı salıverin. Bir daha ki yakaladığınız adamın sağlıklı olmasına dikkat edin. Der.
Demirci geri döner. Koşa koşa kardeşini bulur ve olayı anlatır. İyi ki tek gözüm kör olmuş, benim hayatımın bağışlanmasına vesile oldu. Zahmet sandığım rahmet imiş. Der.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder